22 Mart 2013 Cuma

Daktilomun Tuşları


Benim her zaman eskiye bir hayranlığım olmuştur. Tarih, çevirmeli telefonlar, çalar saatler, eskinin müzikleri, eski filmler, plak çalarlar, seksenler ve dahası. 
Küçükken her hafta babamın iş yerine giderdim. Arka odalardan birinde bir daktilo vardı ve ben her gidişimde büyük bir hevesle kağıdı koyar, aklıma geleni yazmaya başlardım. Yanlış bir kelime yazsam oflaya poflaya kağıdı çöpe atardım. Keşke yazdıklarımı saklasaymışım. Zaten daktiloda yazmayı özledim. Şimdi de bir daktilo almayı planlıyorum. 
Neden bilmiyorum ama hayatım boyunca hep lüks içinde yaşamaya düşkün olmama rağmen içten içe eskilere bir hayranlık duydum. Bu yüzden de sanki eskilerde yaşamışım da günümüz tamamen yapay bir dünya üzerine kurulmuş gibi geliyor. Bir daktiloyla yazarsam yazdıklarımı daha bir hissederek yazarım, onlara daha çok tutunurum diye düşünüyorum. Kelimeler daha bir canlı gelir gözüme. Daktilom için yer bile belirledim. Geriye sadece ona kavuşmak kaldı.



8 Mart 2013 Cuma

Bir Parça Mutluluk


Şu sıralar okul hayatım pek de iyi gitmiyor. Sorun derslerim değil, arkadaşlık ilişkilerim.
Ben her zaman iyi niyetli bir insan oldum ama salak da değilim. Eğer içimde bir parça acımasızlık olsa kimsenin gözünün yaşına bakmazdım. Yapmıyorum, çünkü insanları incitmek bana göre değil. Ben belli bir bilince sahip bir insanım, hayatın değerlerini anlayamamış bir grup insanla uğraşacak vaktim yok.
Açıkçası onlarla gerçekten çok eğleniyoruz. Fakar sorun şu ki arkadaşlık sadece gülüp eğlenmek değildir. Bir içeceğin, eğleneceğin, götü başı dağıtacağın arkadaş vardır bir de oturup dertleşeceğin. İkisini bir arada bulduysan ne mutlu sana, senden kralı yok. Mesela ben buldum ama kendisi süper zeka olduğu için özel okulu bırakıp devlet okuluna devam edince üç yıldır uğruna yanıp tutuştuğumuz aynı sınıfta olma hasretimizi bir türlü gideremedik.
Dediğim gibi, şimdikilerle eğleniyoruz fakat onların gerçek arkadaşlarım olabileceklerini düşünmüyorum. Hepsini çok seviyorum ama hangisiyle hiç sorunun yok, hangisine sırrını verirsin dersen ilk balığımın yaşadığı saat sayısına eşit olur. Üç. Evet, koskoca arkadaş grubunda hem eğlendiğim hem de omzunda ağlayabildiğim üç kişi var ve onlardan birinin de gruptaki diğer kişilerle sorunu olmadığı için ona hiçbir şey anlatamıyorum. Geriye kaldı iki.
Hazırlığı da içine katarsanız tamı tamına beş yılı beraber geçireceğiniz bir grup insandan sadece ikisinin yanında kendinizi tamamen mutlu ve rahat hissetmek acınası bir durum.Benim karakterim gereği, yaşadıklarımı pek içine atan biri değilim. Bir şekilde içimi dökmem gerekir. Bu da ya yazmak ya da birilerine anlatmakla oluyor ki ben genelde ikinci şıkkı tercih ederim. Hani derler ya 'Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.' , ben derim ki 'Biraz Selenle -özel okuldan devlet okuluna giden süper zeka kusursuz beyin kıvrımlarına sahip arkadaşım- olmaya ihtiyacım var.' O o kadar özel  ki. Biz ikimiz saçma değil genelde tuhafız. Aramızdaki ilişki artık o kadar özel oldu ki kardeşten öte demek acayip basit kaçıyor. Kimseyi ondan daha çok sevebileceğimi düşünmüyorum. Şu sıralar gerçekten birine ihtiyacım var. Hayır, birine değil. Selen'e.
Kendini mükemmel zannedip iki dakika gülebilmek için şakayla karışık sizinle dalga geçen, üstüne üstlük bunu sırf size değil çevresindeki herkese yapan, sizi kıskandığını bariz belli eden, en normal soruya bile dövermiş gibi cevap veren, görmemiş, hırslı ve bilinçsiz insanlarla ne kadar mutlu olabilirim ki? Onları seviyorum ama bu konuda tahammül gösteremem. Tek umudum birkaç sene sonra branşlara ayrıldığımızda beni gerçekten mutlu edebilecek bir parça insanla karşılaşmak.
Beş yılımı heba edemem. Ayrıca da kimseye hesap vermek zorunda değilim. Her zaman derim; her ne olursa olsun kişiliğinden ödün veren insanlar en acizlerdir.